Küçük Parmaklarda Büyük Tehlike: Telefon Bağımlılığına Dikkat

Bir baba olarak yazıyorum bu satırları. Bir insan olarak, bir yurttaş olarak… Ama en çok da vicdanımın sesiyle.
Son zamanlarda kendime dönüp düşündüğümde içim hiç rahat değil. Çocuklarımın gözlerine bakıyorum, ellerindeki telefona değil. Çünkü biliyorum ki biz, çocuklarımızla eskisi kadar göz göze gelemiyoruz artık. Belki aynı evdeyiz ama aynı dünyada değiliz. Onlar YouTube’da bir videoda, biz Instagram’da bir gönderideyiz. Aynı masada yemek yiyoruz ama zihnimiz başka ekranlarda dolaşıyor.
Bu yalnızca benim hikâyem değil, eminim senin de yaşadığın bir durum. Belki sen de zaman zaman telefonu çocuğunun eline “biraz oyalansın” diye tutuşturmuşsundur. Belki yorgun bir akşamda sadece sessizlik istemişsindir. Belki çocuğunun ağlamasına dayanamadığın bir gün, YouTube açmışsındır. Biliyorum çünkü ben de yaptım. Hepimiz yaptık. Ama şimdi bunun bir alışkanlığa, bir bağımlılığa dönüştüğünü fark ediyorum. Ve bu yazıyı yazıyorum çünkü artık fark etmek yetmiyor. Sesimizi yükseltmemiz, birbirimizi uyandırmamız gerekiyor.
Telefon bağımlılığı yalnızca bir ekran meselesi değil. Bu mesele; duygusal ihmal, güvenlik kaygısı, eğitim eksikliği, fiziksel sağlık, ruhsal yalnızlık ve toplumsal değişim meselesi. Yani çok derin, çok katmanlı bir konu. O yüzden bugün seni uzun bir yolculuğa davet ediyorum. Bu yazıda birlikte hem kendimize bakacağız hem de çocuklarımıza.
Çünkü ben artık sessiz kalmak istemiyorum. Çünkü ben çocuklarımı gerçekten görebilmek istiyorum.
Söz veriyorum; seni suçlamayacağım. Ama belki birlikte biraz durup düşüneceğiz. Belki bazı cümleler canını acıtacak ama o da iyi. Çünkü bazen değişim, acıyla başlar.
Yazının her satırında içtenliğimi hissedeceksin. Bu bir akademik makale değil, bu bir baba yüreğiyle yazılmış bir farkındalık yazısı.
Görünmeyen Tehlike: Telefon Artık Oyuncak Değil
Eskiden çocuklar için oyuncak denince akla plastik arabalar, bebekler ya da legolar gelirdi. Şimdi ise çoğu çocuğun en sevdiği “oyuncak” bir akıllı telefon. Bu değişim birdenbire olmadı elbette. Başta sadece birkaç dakikalık eğlence ya da oyalama amacıyla verilen telefonlar, zamanla çocuğun hayatının merkezine yerleşti. Sessizce, kimseye çaktırmadan… Oyuncak kutusunun bir köşesinde duran o renkli top artık unutuldu, yerine parlak bir ekran geldi. Çocuklar artık hayal kurmak yerine video izliyor, keşfetmek yerine ekran kaydırıyor.
Oysa bir telefon, bir çocuğun ruhuna göre tasarlanmış bir araç değil. Yetişkinler için bile bağımlılık riski taşıyan bu cihazlar, gelişme çağındaki çocukların zihinsel, duygusal ve fiziksel dünyalarını ciddi şekilde etkiliyor. Özellikle küçük yaşta verilen telefonlar, çocuğun kendini ifade etme becerisini, hayal gücünü ve dikkat süresini azaltıyor. Çünkü ekranda her şey hızlı, her şey hazır, her şey tüketilebilir. Oysa gerçek hayat sabır gerektirir, emek ister, oyun zaman alır. Telefonlar çocuklara bu sabrı öğretmiyor; tam tersine, sürekli ve hızlı uyaranlarla onları koşullandırıyor.
Bu noktada şu soruyu kendimize sormalıyız: Gerçekten bir çocuğun eline oyuncak diye telefon vermek ne kadar masum? Her “sessiz çocuk” huzurlu mudur, yoksa bağımlı mı olmuştur? Çocuklarımızın sessizliğini rahatlık sanıyorsak, yanılıyor olabiliriz. Çünkü çoğu zaman bu sessizlik, telefon ekranının arkasında kaybolan bir çocukluk çağının habercisidir.
Ebeveynler Olarak Biz Nerede Duruyoruz?
Çocuklarımızın ekran bağımlılığı hakkında konuşurken, önce kendimize dönüp bakmalıyız. Çünkü çocuklar gördüklerini öğrenir, söylediklerimizi değil. Elinde telefonla gezen, sürekli ekran başında zaman geçiren bir ebeveynin, çocuğuna “telefonla çok oynama” demesi ne kadar inandırıcı olabilir? Açık konuşmak gerekirse, ben bu konuda kendimi de eleştiriyorum. Bazen o kadar yorgun oluyorum ki, elimdeki telefonun içinde kayboluyorum. Sosyal medya, haber siteleri, bildirimler derken, bir bakıyorum zaman geçmiş, çocuk yanı başımda bekliyor. Bu sadece benim değil, birçoğumuzun gerçeği.
Teknoloji hayatımızın merkezine yerleşti. İşimizi telefondan yürütüyoruz, mesajlaşıyor, alışveriş yapıyor, hatta yemek siparişi bile veriyoruz. Ama bu pratikliğin içinde bir şeyleri kaybettiğimizi göremiyoruz. En başta da iletişimi. Bir zamanlar çocuklarımızla geçirdiğimiz o kaliteli zamanlar yerini sessiz bir yan yana duruşa bıraktı. Aynı koltukta oturuyoruz ama ekranlarımız farklı. Birbirimize dokunmadan, göz göze gelmeden, sadece fiziksel olarak yan yanayız. Çocuklarımız bunu hissediyor. Onlara ayırmadığımız ilgiyi, ekranda bulmaya çalışıyorlar.
Bu yüzden ekran bağımlılığı sadece çocukların değil, ebeveynlerin de sorunu. Önce biz değişmeliyiz. Telefonu bırakıp çocuğumuzun gözlerinin içine bakmalıyız. Onlarla konuşmalı, dinlemeli, birlikte vakit geçirmeliyiz. Çünkü hiçbir video, hiçbir oyun, hiçbir uygulama bir anne-baba ilgisinin yerini tutamaz. Bu değişim kolay değil, farkındayım. Ama çocuklarımız için buna değer. Çünkü biz onlara sadece bakmıyoruz, aynı zamanda örnek oluyoruz.
Sosyal Medya, Oyunlar ve Karanlık İçerikler
Telefon sadece bir iletişim aracı değil; aynı zamanda bir kapı. Bu kapı açıldığında çocuklarımızın karşısına ne çıkacağını biz bile bilmiyoruz. Ebeveyn olarak onlara verdiğimiz telefonlar, sosyal medya uygulamaları ve oyun platformları aracılığıyla adeta koca bir dünyaya bağlıyoruz. Ancak bu dünyanın ne kadar güvenli olduğu çoğu zaman belirsiz. Her çocuk, her video, her oyun aynı derecede masum değil. İçerikler çoğu zaman denetimsiz. Şiddet, cinsellik, korku ve manipülasyon içeren videolar ne yazık ki sadece birkaç dokunuş uzağında.
Oyunlar da benzer şekilde çocukların zihinsel ve duygusal gelişimini etkiliyor. Bazı oyunlar eğitici olabilir, evet. Ama birçok popüler oyun, bağımlılık yapan yapay ödül sistemleriyle çocukları ekran başına kilitliyor. Üstelik bazı oyunlarda çocuklar çevrim içi yabancılarla konuşabiliyor, bu da onları kötü niyetli kişilere karşı savunmasız hale getiriyor. Son yıllarda medyada da sıkça yer bulan “Mavi Balina”, “Momo Challenge” gibi oyunlar, çocukları hem psikolojik olarak etkileyip hem de fiziksel zarar vermeye kadar sürükleyen korkunç örnekler arasında. Bu tür içerikler özellikle yalnız, denetimsiz ve ilgi eksikliği yaşayan çocukları hedef alıyor. Basit bir oyun görünümünde başlayan süreç, çocuğun kendine zarar vermesine ya da çeşitli yönlendirmelere boyun eğmesine kadar ilerleyebiliyor.
Sosyal medya ise ayrı bir konu. Henüz benlik gelişimini tamamlamamış çocuklar, başkalarının onayını almak için paylaşım yapmaya başlıyor, beğeni sayısıyla özgüvenlerini ölçmeye çalışıyorlar. Bu durum erken yaşta psikolojik baskı yaratıyor ve kimlik gelişimini sekteye uğratabiliyor. TikTok, Instagram ve YouTube gibi platformlarda çocuklara hitap eden videoların çoğu, sadece eğlenceli olmakla kalmıyor; aynı zamanda tüketimi, dış görünüşe odaklanmayı ve gerçek dışı başarı modellerini de empoze ediyor. Üstelik algoritmalar, çocuğun ilgi alanına göre içerik sunduğundan dolayı, bir kez yanlış bir videoya tıklanması hâlinde sistem benzer videoları önermeye başlıyor. Böylece çocuk, istemeden zararlı içeriklerin içine çekiliyor.
Biz yetişkinler bile bazen bu içeriklerin etkisinden çıkmakta zorlanırken, çocukların bu dünyada nasıl savrulduğunu bir düşünelim. Onları dijital dünyaya tamamen kapatmak gerçekçi değil, ama rehbersiz bırakmak çok daha büyük bir tehlike. Telefonun içindeki bu görünmez içerikler, çocukların hem zihnini hem de duygularını şekillendiriyor. Ve biz çoğu zaman farkında bile olmuyoruz.
Güvenlik Endişeleri ve Kaybolan Oyun Kültürü
Çocukların artık sokakta oynamadığı sıkça dile getirilir, ama bu bence tam olarak doğru değil. Aslında çocuklar hâlâ oynamak istiyor, hâlâ enerjilerini atmak, keşfetmek, koşmak, düşmek ve yeniden kalkmak istiyorlar. Ancak biz ebeveynler, eskisi kadar rahat değiliz. Sokaklar değişti, çevre değişti, insanlar değişti. Güven duygumuz sarsıldı. Parklara giden çocuklarımızı uzaktan izliyoruz ama içimiz rahat değil. Kalabalıkların arasına bırakmaya, tek başına dışarı göndermeye çekiniyoruz. Bazen istemeden de olsa onları evde tutmayı, ekran karşısında güvende olduğunu varsaymayı tercih ediyoruz. İşte bu noktada, teknolojinin sunduğu dijital alan, bir tür “kontrollü oyun alanı” gibi görünüyor. Ama gerçekten öyle mi?
Geçmişte çocuklar mahallede oynar, akşam ezanıyla eve dönerdi. Şimdi ise apartman dairelerinin dört duvarı arasında büyüyorlar. Dış dünyadan korkar olduk. Komşular eskisi kadar tanıdık değil, sokaklar eskisi kadar sıcak değil. Hâl böyle olunca, çocuklarımızın ekranlara yönelmesinde sadece onları suçlamak mümkün değil. Bu ortamda doğal olarak dijital dünya, onların hem oyun alanı hem sosyalleşme aracı oluyor. Ama ne yazık ki bu yeni oyun alanı, eskisinin yerini tutmuyor. Çünkü dijital oyunlar, çocukların fiziksel gelişimine katkı sağlamıyor; aksine hareketsizlik, obezite ve sosyal gerileme gibi sorunları beraberinde getiriyor. Gerçek oyunların kazandırdığı dayanışma, iletişim, empati gibi duygular da sanal ortamda yeterince gelişemiyor.
Oysa ekran yerine sunulabilecek çok sayıda alternatif var. Ailece doğa yürüyüşleri yapmak, parkta birlikte oyun kurmak, masa oyunlarıyla kaliteli zaman geçirmek, birlikte kitap okumak, resim yapmak, müzikle ilgilenmek, basit ev görevlerini birlikte gerçekleştirmek bile çocuğun hem gelişimine katkı sağlar hem de bağı kurar. Ev içinde oluşturulacak yaratıcı köşeler — örneğin bir resim masası, bir kitap okuma alanı ya da legolardan şehir kurma alanı — çocuğun dikkatini dijital dünyadan koparıp gerçek dünyaya yönlendirebilir. Ayrıca çocuklara küçük sorumluluklar vermek, birlikte yemek yapmak, çiçek sulamak ya da bir evcil hayvanla ilgilenmek gibi günlük ama anlamlı aktiviteler onların gelişiminde çok büyük etkiler yaratır. Asıl mesele, ekran yerine geçecek şeyin sadece oyalayıcı değil, aynı zamanda ilişkisel ve geliştirici olmasıdır.
Burada hem bir çelişki hem de bir sorumluluk var. Çocuğum dışarıda oynasın istiyorum ama güvenemiyorum. Ekran karşısında güvende olduğunu düşünüyorum ama gelişimine zarar verdiğini de biliyorum. Bu ikilem bizi çaresizliğe sürüklüyor. Aslında çözüm çocukları tamamen ekranlardan koparmak değil; daha güvenli oyun alanları oluşturmak, çocukları yeniden sosyal ortamlara taşımak, onları destekleyecek toplumsal yapılar kurmak. Yani mesele sadece teknolojiyi sınırlamak değil, çocuklara alternatif sunmak. Çünkü oyun, bir çocuğun en doğal hakkıdır. Biz bu hakkı ya ihmal ediyoruz ya da koruyamıyoruz.
Göz Sağlığı ve Beden Gelişimine Etkileri
Telefon, tablet ve bilgisayar ekranları çocukların sadece zihinsel dünyasını değil, beden sağlığını da doğrudan etkiliyor. Özellikle uzun süreli kullanımda en çok zarar gören organların başında gözler geliyor. Gelişim çağındaki çocukların göz yapısı hâlâ şekillenme aşamasında olduğu için, ekran ışığına uzun süre maruz kalmak miyop ve astigmat gibi görme bozukluklarını ciddi oranda artırıyor. Hatta son yıllarda yapılan araştırmalar, çocuklarda görülen miyop vakalarının teknolojinin yaygınlaşmasıyla birlikte hızla arttığını ortaya koyuyor. Sürekli yakına odaklanan göz, uzak mesafeyi seçmekte zorlanıyor ve bu durum kalıcı görme problemlerine dönüşebiliyor.
Bu konuda yapılan dikkat çekici çalışmalardan biri, 2016 yılında Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayımlanan ve özellikle Uzak Doğu’daki çocuklar üzerinde gerçekleştirilen geniş çaplı bir analizdir. Bu araştırmaya göre Güney Kore’deki lise öğrencilerinin yaklaşık yüzde 96’sında miyop tespit edilmiştir. Çin, Japonya ve Singapur gibi ülkelerde de benzer oranlar görülmektedir. Araştırmanın sonucu, uzun süreli ekran kullanımı ve açık havada geçirilen sürenin azalması ile doğrudan ilişkilendirilmiştir. Ayrıca Harvard Tıp Fakültesi’nin 2019’da yayımladığı bir çalışmada, mavi ışığın melatonin hormonunun salgılanmasını baskıladığı ve bu nedenle çocuklarda uykuya geçiş süresini ortalama 30-40 dakika geciktirdiği belirtilmiştir. Bu durum çocukların sadece gece uykusunu değil, gün içindeki öğrenme ve dikkat becerilerini de olumsuz etkilemektedir.
Bununla birlikte ekran ışığı, özellikle mavi ışık, çocukların biyolojik saatini bozuyor. Gece yatmadan önce telefona bakan bir çocuğun uykusu geç saatlere sarkıyor, uykuya dalmakta zorlanıyor ve sabahları yorgun uyanıyor. Bu durum sadece bedensel yorgunluk değil, dikkat eksikliği, odaklanma problemleri ve okul başarısında düşüş gibi sonuçlara da yol açabiliyor. Ayrıca hareketsizlik de bu tablonun bir parçası. Ekran başında geçirilen uzun süreler çocuklarda kas tembelliği, duruş bozuklukları ve obezite riskini artırıyor. Omurga gelişimi henüz tamamlanmamış bir çocuk, sürekli eğik pozisyonda ekranla vakit geçirirse, ileride ciddi postür sorunlarıyla karşılaşabiliyor.
Çocuklar, doğaları gereği hareket etmeye ihtiyaç duyarlar. Koşmalı, zıplamalı, tırmanmalı, yuvarlanmalı… Bunlar onların fiziksel gelişiminin temel taşlarıdır. Ama dijital dünya, çocukları hareketten alıkoyuyor. Ne yazık ki oyun oynadığını düşündüğümüz çocuk, aslında saatlerdir hareketsiz bir pozisyonda, gözünü kırpmadan ekrana bakıyor olabilir. Bu da sadece bedenlerini değil, uzun vadede yaşam kalitelerini de olumsuz etkiliyor.
Birlikte Ne Yapabiliriz?
Telefon bağımlılığına karşı savaşta ne çocuğumuzu ne de teknolojiyi düşman olarak görmeliyiz. Asıl düşman, denetimsiz kullanım ve ilgisizliktir. Bu nedenle ilk adım, teknolojiyi yasaklamak değil, anlamlı bir şekilde yönetmeyi öğrenmek olmalı. Her evin kendi içinde bir “dijital denge” kurması şart. Bu dengeyi kurarken çocukları da sürece dahil etmek, kuralları birlikte belirlemek çok önemli. Örneğin ekran süresi sınırlamalarını sadece bizim belirlediğimiz bir ceza gibi değil, birlikte konuşarak karar verdiğimiz bir uygulama haline getirebiliriz. Bu, hem çocukla bağ kurar hem de kuralların anlamını içselleştirmesini sağlar.
Basit ama etkili çözümlerle başlamak mümkün. Ailecek akşam yemeklerinde telefonların masaya konmaması gibi küçük alışkanlıklar büyük fark yaratabilir. Günlük “ekransız saatler” belirlemek, hafta sonları doğa yürüyüşleri planlamak ya da her gün 15 dakika kitap okuma zamanı oluşturmak çocukların hayatında yeni alışkanlıklar geliştirmeye yardımcı olur. Evde birlikte vakit geçirebileceğimiz, ekran dışında kalan aktiviteler üretmek zor değil. Resim yapmak, müzik dinlemek, hikâyeler uydurmak, masa oyunları oynamak ya da sadece sohbet etmek bile güçlü bir bağ kurmak için yeterlidir.
Bu sürecin sadece aileyle sınırlı kalmaması gerektiği de bir gerçek. Okulların ve yerel yönetimlerin çocuklara ekran dışı alternatifler sunması, park ve sosyal alanların güvenli hale getirilmesi, toplumsal bilinçlendirme kampanyalarının düzenlenmesi gerekiyor. Çünkü çocukları sadece bireysel çabamızla değil, toplumsal bir anlayışla da koruyabiliriz. Ayrıca medya okuryazarlığı gibi konuların eğitim sistemine dahil edilmesi, çocukların dijital dünyayı doğru tanımalarını sağlar. Dijital dünyanın içinde doğmuş bir nesli tamamen koparamayız, ama onlara rehberlik edebiliriz. Çünkü bu çağda en önemli şey, yönlendirilmiş özgürlüktür.
Unutmamak gerekir ki, biz değişmeden çocuklarımızın değişmesini beklemek büyük bir çelişkidir. Önce biz elimizdeki telefonu bir kenara bırakmalı, göz teması kurmalı, dinlemeyi öğrenmeliyiz. Belki o zaman çocuklarımız da bizi duymaya başlar. Çünkü çocuklar en çok ilgimizi, zamanımızı ve sevgimizi ister. Gerisi kendiliğinden gelecektir.
Kapanış: Sesimi Duyan Var mı?
Bu yazıyı bir baba olarak kaleme aldım. Bir yazar, bir uyarıcı ya da bir uzman olarak değil. Sadece vicdanımı susturamadığım için yazdım. Çünkü telefon ekranına bakan gözlerin arkasında, görünmeyen ama her geçen gün yalnızlaşan çocuklar var. O sessizlik, bize huzur değil; uyarı veriyor olabilir. Gözümüzün önünde çocukluğunu kaybeden bir nesli izliyoruz. Ve çoğu zaman hiçbir şey yapmadan.
Çocuklarımızı suçlamadan önce kendimize bakalım. Ekran karşısında büyüyen sadece onlar değil, bizim de elimiz düşmedi o telefondan. Belki onlar bizden daha az suçlu. Ama biz, daha çok sorumluyuz. Çünkü yön göstermesi gereken biziz. Örnek olması gereken biziz. Çocuklarımızı koruyacak olan yine biziz.
Şimdi duralım. Kendi çocuğumuza son ne zaman uzun uzun baktığımızı, onu son ne zaman dinlediğimizi, birlikte ne zaman güldüğümüzü hatırlayalım. Geç kalmış değiliz. Ama zaman daralıyor.
Sesimi duyan varsa… artık gerçekten çocuklarımıza bakalım. Telefon ekranlarına değil.
Bu Yazı İçin Kaynaklar
-
Yeşilay – Teknoloji Bağımlılığı
Telefon bağımlılığı üzerine temel bilgiler ve ebeveyn tavsiyeleri. -
TRT Haber – Mavi Balina Oyunu Uyarısı
Dijital tehlikeler konusunda ebeveynlere yönelik uyarı niteliğinde bir haber. -
Harvard Health – Blue Light and Its Effects on Children
Mavi ışığın çocukların uyku düzeni ve sağlığı üzerindeki etkileri.