Dijital Erişilebilirlikte Google Geride mi Kaldı?
Google yıllardır hayatımızın merkezinde. E-postamız, takvimimiz, belgelerimiz, hatta web sitelerimizin performansı bile bu ekosistem üzerinden yönetiliyor. Tüm hizmetler teknik olarak güçlü, görsel olarak sade ve işlevsel gibi görünüyor. Peki gerçekten herkes için mi böyle?
Bu yazıyı yazma ihtiyacı hissetmemin sebebi, yalnızca bir arayüz karmaşasından duyduğum rahatsızlık değil. Aksine, erişilebilirlik denen şeyin yalnızca ekran okuyucularla sınırlı olmadığını, herkes için kapsayıcı bir dijital deneyimin ne kadar eksik yaşandığını doğrudan görmek oldu. Ve evet, örneklerin başında Google geliyor.
Her şeyin “daha şık” hale getirildiği ama aynı zamanda daha zor anlaşılır hâle geldiği bu dönemde, dijital tasarımın temel sorusunu tekrar sormak gerekiyor: Tasarım kimin için yapılıyor? Herkes için mi? Yoksa sadece alışkın olanlar için mi?
Bu yazıda Google’ın kullanıcı deneyimi yaklaşımlarını, erişilebilirlik söylemiyle uygulama arasındaki farkları ve açık kaynak dünyasında bu konuların nasıl ele alındığını derinlemesine sorgulayacağız. Amacım bir cevaba ulaşmak değil. Asıl hedefim, doğru soruları hep birlikte sormak.
Google Ürünlerinde Kullanıcı Deneyimi Neden Zorlaşıyor?
Google uzun yıllardır sade ve sezgisel arayüzleriyle tanınıyor. Ancak bu sadelik son yıllarda kullanıcı deneyimi açısından ciddi sorunlara yol açmaya başladı. Görünüm olarak temiz ve modern bir tasarım sunulsa da, işlevsellik tarafında aynı denge korunmuyor. Kullanıcı, bir işlemi gerçekleştirmek için daha fazla çaba harcamak zorunda kalıyor.
Özellikle Google Search Console gibi yönetimsel araçlarda bu durum çok daha belirgin. Mülk geçişi gibi basit işlemler, önceden yalnızca bir seçim kutusu üzerinden kolayca yapılabiliyorken, artık daha karmaşık bir yapıya büründü. Açılır liste içinde mülkleri aramak mümkün değil, yazılabilir alan kaldırılmış, etkileşimli gibi görünen alanlar kullanıcıyı yanıltıyor. Sonuç olarak sade gibi görünen arayüz, kullanıcıyı daha fazla zaman harcamaya ve tıklamaya zorluyor.
Bu tür değişiklikler yalnızca alışkanlık meselesi değil. Aynı zamanda kullanıcı odaklı tasarım ilkelerinden sapma anlamına geliyor. Kullanıcı deneyimi yalnızca estetik değil; hız, sezgisellik ve geri bildirim gibi temel unsurları da kapsar. Ancak birçok Google ürününde, özellikle yönetim panellerinde bu unsurlar zayıflamış durumda.
Gmail’deki sade ama yoğun simge kullanımı, YouTube’daki menü yapılarının tutarsızlığı ve Google Meet’te klavye erişiminin sınırlılığı gibi örnekler, kullanıcıyı sisteme uyum sağlamaya zorlayan bir yapıyı işaret ediyor. Oysa kullanıcı deneyiminin amacı, sistemi kullanıcıya değil, kullanıcıyı merkeze alan sistemler inşa etmek olmalı.
Bu noktada önemli bir ayrım yapmak gerekiyor: Görsellik ile kullanılabilirlik aynı şey değildir. Arayüzün şık ve modern görünmesi, onun sezgisel olduğu anlamına gelmez. Aksine, çok sayıda kullanıcı için bu şıklık, erişimi ve işlemi zorlaştıran bir perde haline gelebilir.
Kullanıcı deneyimi, görsel bir gösteriden çok daha fazlasıdır. Gerçek anlamda kullanıcı dostu bir sistem, herkesin kolayca anlayabileceği ve kullanabileceği bir yapı sunar. Google’ın ürünlerinde bu denge zamanla bozulmuş gibi görünüyor. Ve bu bozulma, yalnızca kullanıcı alışkanlıklarını değil, dijital hizmetlere duyulan güveni de etkileyebiliyor.
Google Ürünlerinde Erişilebilirlik Neden Geride Kaldı?
Erişilebilirlik, dijital dünyanın temel haklarından biridir. Bir web sitesi ya da uygulama, yalnızca belirli bir kullanıcı kitlesi için değil, tüm kullanıcılar için erişilebilir olmalıdır. Bu yalnızca bir teknik standart değil; aynı zamanda bir eşitlik ilkesidir. Ancak son yıllarda Google ürünlerinde bu ilkenin uygulamada yeterince karşılık bulmadığını görmek mümkün.
Gmail, YouTube ve Google Meet gibi yaygın olarak kullanılan servislerde erişilebilirlik açısından ciddi eksiklikler bulunmaktadır. Gmail arayüzünde birçok buton yalnızca simgelerle temsil ediliyor. Görsel olarak sade görünen bu yapı, ekran okuyucu kullanan bir kullanıcı için sorun teşkil ediyor. “Sil” ya da “Arşivle” gibi temel işlemleri tanımlayan butonlar, uygun etiketlendirme yapılmadığı için yalnızca “düğme” olarak algılanıyor ve ne işe yaradıkları anlaşılamıyor.
Benzer şekilde, YouTube video oynatıcısındaki kontrol simgeleri bazı ekran okuyucular tarafından ya hiç algılanmıyor ya da anlamsız şekilde okunuyor. Otomatik oynatma, kalite seçenekleri veya altyazı kontrolleri gibi özellikler, ekran okuyucu kullanıcıları için erişilemez hâle gelebiliyor. Bu durum yalnızca kullanım zorluğu değil, doğrudan dijital dışlanma anlamına geliyor.
Klavye erişimi de erişilebilirlik kapsamında kritik bir başlıktır. Google Meet arayüzünde bir toplantı sırasında mikrofonu kapatma, kamera kontrolü veya ekran paylaşımı gibi temel işlevler yalnızca fare ile kullanılabilir şekilde sunulabiliyor. Klavye ile bu öğelere ulaşmak çoğu zaman mümkün olmuyor. Oysa erişilebilir bir sistem, tüm işlevleri klavye üzerinden de sunabilmelidir.
Bir başka önemli konu ise renk kontrastı. Google’ın karanlık mod tasarımlarında gri üzerine gri metinlerin yer aldığı birçok örnek bulunuyor. Bu düşük kontrast, yalnızca görme engeli olan bireyleri değil, yaşa bağlı görme zorlukları ya da disleksi gibi farklı kullanıcı gruplarını da doğrudan etkiliyor. Okunabilirlik yalnızca estetik bir tercih değil; erişim hakkının doğrudan bir parçasıdır.
Tüm bu örnekler, Google’ın erişilebilirlik konusunu yeterince bütünsel düşünmediğini gösteriyor. Oysa erişilebilirlik, tasarımın son aşamasında değil; en başında düşünülmesi gereken bir unsurdur. Üstelik bu durum yalnızca teknik bir gereklilik değil, etik bir sorumluluktur. Erişilebilir olmayan sistemler, belirli kullanıcıları dışlayan sistemlerdir. Ve bu, dijital eşitliğe aykırıdır.
Açık Kaynak Yazılımlar Neden Daha Erişilebilir Olabilir?
Google gibi dev platformlarda erişilebilirlik sorunları gündelik kullanıcı deneyiminin bir parçası haline gelirken, açık kaynak dünyasında bu sorunlara farklı bir yaklaşım görmek mümkün. Temel fark, bu yazılımların arkasında kar amacı güden şirketler yerine, kullanıcıların ihtiyaçlarını önceleyen toplulukların bulunmasıdır. Bu durum, erişilebilirlik ve kullanıcı dostu tasarım konularında daha duyarlı ve esnek çözümler üretilmesine imkân tanır.
Örneğin, e-posta hizmetlerinde ProtonMail gibi açık kaynak tabanlı çözümler, sade ama erişilebilir arayüzler sunarak görme engelli kullanıcılar için tam etiketli butonlar, klavye ile tüm işlemlere erişim ve yüksek kontrast seçenekleri sağlar. Aynı şekilde Matomo Analytics, Google Analytics’in karmaşık ve katmanlı yapısına kıyasla, kullanıcı arayüzünü sadeleştiren ve özellikle erişilebilirliği ön planda tutan bir alternatif olarak öne çıkar.
LibreOffice gibi açık kaynak ofis yazılımları da, Microsoft Office’e kıyasla daha açık bir etkileşim modeli sunar. Menü yapıları klavye erişimine uygundur, ekran okuyucularla daha uyumlu çalışır ve kullanıcılar topluluk forumlarında erişilebilirlik ihtiyaçlarını doğrudan geliştiricilerle paylaşabilir. Bu geri bildirim döngüsü, kapalı kaynaklı sistemlerdeki hiyerarşik geliştirme süreçlerine göre çok daha etkilidir.
Açık kaynak yazılımların erişilebilirlik konusundaki bu duyarlılığı, yalnızca teknik değil, aynı zamanda felsefi bir tercihten kaynaklanır. Kullanıcının yalnızca bir tüketici değil, aynı zamanda sürece katkı sunabilen bir katılımcı olduğu bir modelde, erişim engellerine karşı daha hızlı ve empatik çözümler geliştirilebilir. Her bireyin sürece dahil olabileceği bir sistem, doğal olarak daha kapsayıcı ve daha erişilebilir olur.
Elbette tüm açık kaynak yazılımlar bu anlamda kusursuz değildir. Ancak çoğu zaman geri bildirim mekanizmalarının doğrudanlığı, güncelleme süreçlerinin açıklığı ve topluluk desteğinin gücü sayesinde, kullanıcı deneyimi açısından daha öngörülebilir ve katılımcı bir yapı oluştururlar. Bu da dijital dünyada daha eşitlikçi bir deneyim inşa etmenin en güçlü yollarından biridir.
Sonuç olarak, erişilebilirlik yalnızca büyük teknoloji firmalarının üzerine sorumluluk yıkılacak bir alan değil. Toplulukların, bireylerin ve geliştiricilerin el ele verdiği açık kaynak dünyası, bu sorumluluğun kolektif olarak da üstlenilebileceğini kanıtlıyor. Belki de gerçek kullanıcı dostu sistemler, en çok sesin duyulduğu yerlerde şekilleniyordur.
Sorgulamak, Anlamak ve Daha İyisini Talep Etmek
Dijital dünyada her gün onlarca uygulama kullanıyor, yüzlerce etkileşim kuruyoruz. Ancak tüm bu süreçler içinde neyin kolay, neyin zor olduğunu çoğu zaman yalnızca hissediyoruz. Kullanıcı deneyimi kötüleştiğinde, bunu kabullenmek yerine sorgulamak gerekiyor. Neden bir hizmetin kullanımı her geçen gün daha karmaşıklaşıyor? Neden sade görünen bir arayüz, işlevsel olarak bizi zorluyor? Ve en önemlisi, neden bazı kullanıcılar sistemin dışında bırakılıyor?
Bu yazıda ele aldığımız örnekler yalnızca teknik meseleler değil; aynı zamanda tasarım etiğinin, dijital eşitliğin ve kullanıcıya verilen değerin birer göstergesi. Google gibi dev platformların erişilebilirlik konusundaki tutarsızlıkları, bu alanda hâlâ ne kadar yol alınması gerektiğini gösteriyor. Oysa açık kaynak yazılımlar, daha kapsayıcı ve dinlenebilir yapılarıyla bu yolda önemli bir umut sunuyor.
Elbette mükemmel bir dijital deneyim yaratmak kolay değil. Ancak bu, kullanıcıların sorgulama hakkından vazgeçmesi gerektiği anlamına gelmez. Aksine, asıl ihtiyaç duyulan şey; daha fazla ses, daha fazla geri bildirim ve daha fazla farkındalıktır. Çünkü ancak kullanıcıların deneyimleriyle şekillenen sistemler, gerçek anlamda kullanıcı dostu olabilir.
Belki de bu yazının en büyük amacı, “daha iyi bir kullanıcı deneyimi mümkün mü?” sorusunu birlikte sormaktı. Cevabı yalnızca geliştiriciler ya da tasarımcılar değil; her gün dijital sistemlerle etkileşimde bulunan bizler vereceğiz. Sorgulayan kullanıcılar, dijital dönüşümün en güçlü itici gücüdür.
Eğer bir sistem sizi yavaşlatıyor, zorlaştırıyor, dışlıyorsa sorun sizde değildir. Sorgulamak en doğal hakkınızdır. Ve bazen en büyük değişimler, küçük bir soruyla başlar: “Neden böyle?”